Torino’ya ayak basalı (her yeni şehir bir keşif sayılır
bizler için) 40 gün olmuş. Zaman çabuk geçiyor. Erasmus bittiğinde bunu daha da
çok kullanacağım, şimdiden biliyorum: “4 ay ne kadar da hızlı geçti!”
Evet neler oldu bu süre zarfında biraz bahsedeyim:
Önce oda arkadaşlarımdan bahsedeyim sonra çerçeveyi bir
başka yazıda genişletirim:
İspanyol oda arkadaşım tek kişilik odaya geçti. Sıcakkanlı birisi, kendisiyle de iyi anlaşıyorduk, bilmediğim konularda bana çok yardımcı oldu. Organizasyon yeteneği olan birisi. Şu ana kadar yediğimiz 2 ortak yemeğin düzenleyicisi kendisi. Yemek konusunda hayli başarılı görünüyor. Sufle yapmışlardı, tam kıvamında bir sufleydi. 7-8 aydır Foyer'de kalıyor. Madrid'li kendisi. Juventus'un Atletico Madrid maçına gitmeyi düşünüyoruz birlikte, uygun fiyata bilet bulabilirsek. Uygun fiyat dediğim en ucuz biletler ki fiyatları 45 eurodan başlıyor. Olmadı bir lig ya da kupa maçına gitmeyi düşünüyoruz, bakalım.
Bu arada yeri gelmişken tek kişilik odalardan bahsedeyim. Kirası 335 euro. Küçük ama tek kişi için yeterli. İstediğinizi yapabilme
özgürlüğünün yanında bence en büyük artılarından biri küçük bir buzdolabının
olması. Çünkü ortak buzdolabına size ayrılan yerden dolayı istediğiniz kadar
ürün koyamıyorsunuz. Bu da her istediğinizi alamamanıza sebep olabiliyor. Tabii
tek kişilik oda fiyatının sadece 35 euro farkı olduğundan dolayı rağbet yüksek
ve gelen, gidene kadar kalıyor. Bulunduğum katta 2 tek kişilik oda var. İstekte
bulundum fakat resepsiyon seneye sıra gelir diyor.
Oda arkadaşım tek kişilik odaya taşındıktan sonra yaklaşık 2
hafta kadar gelen giden olmadı. Sonra üniversiteye yeni başlayacak Sicilyalı Francesco geldi. Bölümünün ismini tam bilmiyorum ama dil ve kültür üzerine
bir bölümdü, bu sene için Japonca öğrenecekti sonra başka bir dil daha
seçecekti öğrenmek için. Aynı zamanda da özel olarak klasik gitar üzerine
eğitim alıyordu. Bunun için buraya 1-2 saat uzaklıktaki bir şehre cumartesileri
derse gidecekti. Kendisiyle biraz müzik, dizi, film üzerine sohbet ettik fakat
2 gece kaldıktan sonra üst katlarda daha iyi bir oda bulduklarını (ailesiyle
gelmişti) söyleyerek oraya taşındılar.
4-5 gün daha odada tek kalmanın keyfini çıkardım. Sonra
klasik müzik yarışması için perşembe günü bir konservatuar öğrencisi geldi:
Modena’lı bir piyanist. 2 Rusla birlikte ertesi gün grup kategorisinde
yarışacaklardı. Yarışma şehir merkezine 10 km uzaklıktaki Venaria’daydı.
Aslında gidip izlemek isterdim fakat Ali’yle-kendisini daha sonra sizlere
tanıştıracağım- Salone Del Gusto’ya gitmeyi kararlaştırmıştık daha önce. Cuma
akşamı konuştuğumuzda pek umutlu değildi performansından. Cumartesi günü
sonuçlar açıklanacaktı. Eğer başarılı olurlarsa pazar günü kazananların belirleneceği
bir performans daha göstereceklerdi. Fakat sanırım sonuç olumsuz oldu çünkü
kendisi cumartesi sabahı ayrıldı.
O haftasonu yine odada tek kaldım. Pazartesi günü ise 50’li
yaşlarda biri geldi odaya: Giulio Antonio Roma.
Kendisi bir yazar. Geçmişte psikanalistlik, filozofi, sigorta, finans, ticaret
üzerine de çalışmış, söylediğine göre 3 kere de zengin olmuş biri. Burada
kalmasının sebebi o zengin olmadığı dönemlerden birinde olması. Kendisi 3 gün
kaldı ve bu 3 günde bayağı sohbet ettik. Şu an başka bir kitap yazıyor fakat
kaldığımız 3 gün içerisinde istediği sakinlikte bir ortam olmadığından bir
yazma eyleminde bulunmamıştı. Daha çok dizi izliyordu. True Detective, Orange
is the New Black, House of Cards dizilerini çok beğendiğini ve kesinlikle
izlemem gerektiğini söyledi. Bunları söylerken son 40 yıldaki iyi filmlerin
hepsini gördüğünü de belirtmeyi unutmuyordu. Ben de kendisine The Wire ve daha
sonra Six Feet Under’i önerdim. The Wire’den 1-2 bölüm izledi fakat True
Detective kadar iyi bir dizi olmadığını söyledi. Ben de en sevdiğim dizilerde
ilk 3’e giren Six Feet Under’i önerdim. Onu daha çok beğendi. İzlerken birçok
yerde gülüyordu, dizinin kara mizaha kayan anlayışını sevmişti. Bu arada bana
True Detective’nin ilk 25 dakikasını da sınava çalışmama rağmen izletmeyi ihmal
etmedi. 25 dakikadan çıkarabileceğim yorum dizi güzel. Zaten önerdiği
dizilerden Ray Donovan hariç hepsini duydum, haklarında yorumlar okumuştum ama
bu diziler devam eden diziler olduğundan takip etmiyordum. Ben daha çok bitmiş
dizileri takip ediyorum. Halihazırda izleyeceğim dizilerin bir listesi de
olduğundan mevcut dizileri pek takip etmiyorum. Neyse sinema en çok
konuştuğumuz konu oldu diyebilirim. Tabii kendisinin bir ailesi olup olmadığını
belki bu yazıyı okuyan birçoğunuz gibi ben de merak ediyordum ve sordum da. 20
yaşındayken evlenmiş ama evlilik hayatı kendisine göre bir hayat olmadığından
bir sene sonra boşanmış. Pişman olup olmadığını sordum, pişman değilim dedi.
Tabii başka mevzular üzerine de konuştuk. Fakat tartışma gerektiren konularda
pek konuşmadık çünkü kendisinin İngilizcesi sınırlıydı ve ben de İtalyanca
bilmiyordum.
Giulio bir üst kattaki bir odaya geçti ve ben bu yazıyı
yazarken odada tekrar tek başıma olmamın 4. gününü kutluyorum. Tek kalmanın
keyfi başka çünkü istediğiniz gibi hareket etme özgürlüğünüz var. Dikkatinizi
çekmiştir muhtemelen “yalnız” kalmak demiyorum çünkü mutfak ortak alan
olduğundan mutfağı kullanan her kişiyle konuşma, sohbet etme imkanınız var. Bu
yüzden 5. kattaki içinde ocak da bulunan odalar cazip gelmiyor.
Oda arkadaşlarımdan bahsettim sizlere. 40 günde
yaptıklarım(ız) bir başka yazıya kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder